Özdüşüm
“Yaşamak bir oyun değil, hayata gelmenin bir bedeli var” diyordu radyodaki şarkı. Herşeyde bir bedel arayan benim gibi birisi için yaşamanın bedeli ne olabilirdi ki? İlk akla gelen “ölüm”. Ama bedel yaşarken ödenir. Ölüm olsa olsa bir sondur diyeceğim şimdi ama bütün dinlerle ters düşmek var ucunda. Hızlan yaklaşırken sona, en son isteyeceğim şey bir dinle ters düşmek olmalı. Şu anda inançlı olmanın tam zamanı aslında.
Yüzüme çarpan rüzgar öle tatlı ki, en narin sevgilimin ellerinden daha yumuşak dokunuyor tenime. Neredeyse yaşamaktan zevk alacağım ama şu aşamada çok saçma olur. Hemen silmeye çalışıyorum aklımdan bu saçma düşünceleri. Ama yoo hayır! Aslında şimdi farkediyorum tıpkı rüzgar gibi hayatın küçük dokunuşlarını. Ben mi hayata haksızlık ettim, hayat mı bana? Onu adam gibi yaşayamayan ben değil miyim? Şu anda kendime bu soruları sorduğuma inanamıyorum!. İnsanın zamanı ne kadar azsa o kadar yoğun yaşıyor hayatı. Adranelinden olsa gerek, beynim en az 10 kat daha hızlı çalışıyor. Ama yine de her soruya cevap veremiyorum.
Artık üşümüyorum!. Çocukken oynadığım bir oyun geliyor aklıma. Yağmur yağarken balkona battaniye ile çıktından sonra ona deli sarılıp ısınmaya çalışırdım. Zevk aldığım şey üşümek mi yoksa battaniyeye sarılıp ısınmak mıydı? Ne acı ki şimdi biliyorum cevabı: Üşüme olmadan ısınmam da mümkün olmayacaktı. Hep ikisini ayırmaya çalıştım birbirinden. Hatta hayattaki tüm ikilemleri, zıtlıkları ayırmaya çalıştım birbirinden. Oysa onlar ne kadar da güzel kaynaşmışlardı bana
aldırmadan, bana inat. Bir denge kurmuşlardı hayatın içerisinden benden habersiz. Hatta benim hayatımın içinde bile.
Radyodaki şarkı devam ediyor…”Yaşamak dönme dolap gibir, onun da iniş ve çıkışları var”. Hangi aşamada hep indiğime karar verdiğimi düşünmeye başladım. Dönme dolap eşit mesafede iner ve çıkar. Ama inişi yavaşlatıp, çıkışı hızlandırırsak hep iniyormuş gibi olacaktır. Aslında herşey benim kendi kendime yaptığım bir yanılsamaydı. Güzel şeyleri hızlı tüketip, kötü şeylerle uğraşmaktan çıktığım zamanları hiç göremedim.
Kulağıma yeni ezgiler geliyor…”Dost bildiklerin tükenmez arkadaş, sevgi insanların hamurunda var”. İşte cevap şarkıda bile vardı. Hep oradaydı zaten. Sevmeyi ve sevilmeyi beceremedim ben. Aslında birisini becerdiğiniz de ötekini de becermiş oluyorsunuz. Dünyada sevgiyi tatmamış birisi öteki dünya olsa, orada ne tadabilir ki? Neyin zevkine varabilir ki cennette? Hoş! Gerçi cennet benim için hayal ama böle bir durumda bile umudu tükenmiyor insanın. Nasıl olduda benim tükenmişti tüm umutlarım. 2-3 saniye önce atlarken herşey bitmişti benim için. Oysa şimdi yaşamak istiyorum sonuna kadar. Dönme dolapdan çıkmak istiyorum. Pişmanlıkları unutup sevmek istiyorum, sevilmek istiyorum. Yüzüme çarpan rüzgara kadar herşeyi yeniden hisetmek istiyorum, sanki daha önce hiç yaşamamış gibi. Rüzgarla birlikte soğuğu da hissetmek istiyorum, onu da seviyorum son saniyede!
Artık çok geç! Her yer karanlık! Yere çarpmış olmalıyım. Ama hiç acı duymadım. Ayrıca radyoda da halen aynı şarkı çalışıyor?! “Sen gülmeden geçen günlere acı….. Arkadaş… arkadaş…”. Gözümü aralıyorum tırsak ve yavaşça….odamın tavanı karşılıyor beni. Uzanıp radyolu saatimi kapatıyorum, artık şarkı bitmiş sabah programının geveze sunucusu konuşuyor. Banyoya yüzümü yıkamaya gidiyorum ve aynadaki yüzümde sanki ikinci bir şansın gülümsemesi… 🙂
Batur ORKUN
31 Mart 2011
ne güzel yazmışsın…ne güzel anlatmışsın…kanın çekildiğindenmidir acaba
sonun geldiğini düşündün?…
yaşamın sonu gelmeden sevmenin,sevilmenin tadına varmalı,kendisini sevenlerin değerini bilmeli insan…
her yeni doğan günü yaşadığı son gün gibi yaşamayı,aldığı her nefesi son nefes gibi içine çekmeyi,güzel şeylerin tadını çıkararak doyasıya yaşamayı, kötü olanları ise çok önemsemeden geçmeyi başarabilirsek mutlu olur,yaşamın tadına varırız…yaşamın son anı geldiğinde daha az pişmanlık duyarız…
işte bugün böyle bir başlangıç olsun…