İstanbul’un en çok Ankara’ya dönüşünü severim
Derler ki bir Ankara’lı bir kere İstanbul görmeye, bir daha Ankara’ya dönmek istemez. İşte ben onlardan kesinlikle değilim. Aslında cok sevmem Ankara’yı da ama İstanbul’dan cok severim.. Düzeltiyorum: her yeri Istanbul’dan cok severim. Sanırım ben kalabalığı sevmem. Örnegin ben ağzına kadar dolu bir bardağı da sevmem. Dudak payı olacak illaki, hem de şöle bal dudak cinsinden. Aslında bal dudaklarım da yok ama ben ferah severim. Bakınca uzakları görmek isterim. Uzaklarda o şehrin insanlarını görmek isterim. İstanbul’un bir köşesine bakıp Diyarbakır’ı, diğer köşesinde Yozgat’ı , her köşesinde ayrı bir şehri değil!…
Güzel olan şehir değildir. Güzel neredeyse şehir orasıdır elbet….Bilesin ki o kargaşa, gürültü, pislik suç değildir güzel olan, aşıksan görmessin kusurları. Ama aşık olduğun şehir değildir aslında, şehirde bir süliyet yaratır bütün ihtişamı. O Erzurum’a gitse, orası güzeldir beyazlar içerisinde. Aşık değilsen eğer, umut ve ekmek arar gözlerin şehirde. Ancak ikisi tutabilir birbirlerinin yerini. Çok açsan ekmek için koşarsın göç yollarında, biraz toksan umut kaplar o yolları.
Ben “deniz” demem ayağımı sokamadığım tuzlu suya. Hep merak ederim, denizi olup da girememek nasıl bir duygudur. Hatta ayağını bile sokamamak. “Ama olsun deniz var” diyenler vardır elbette, ama denizi yılda iki kez belki görürler. Evden işe, işten eve gitmekten, her gün vapura binip de denizi görmeyenler vardır. “Haa o mu? O bizim toplu taşıma işte, suda gidiyor, gavur yapmış!” Benim boğazda bir yalım yok. Denizi görmek için illaki bir kafeye oturup asidi kaçmış kola içmem gerekir. Hatta köprü de bile denizi görmek parayla.
Köprüden bahsetmişken, insanoğlunun ulaşım hakkı gelir aklıma. Ben şehrimde dilediğim gibi dolaşmak isterim. Akşam işe gidip de eve dönememek var paran yoksa. Arabana ödediğin vergi yetmez boğazda da haraç keserler. İnsan hakları, seyahat hakları dersin, ama burası İstanbul derler. İnsan hakları olmayan bir ülkede, seyahat hakkından bahsetmek de nereden çıktı şimdi deği mi!? Hem para verip hem de saatlerce trafikte beklemek İstanbul’a özgüdür, bununla da gurur duyarlar. Metropol kentidir elbette kendisi. O sebeple öle kolayca gidemessin her istediğin yere. Londra, Paris, Roma, Tokyo….metropol kenti değildir ya bu mantıkla…
Radyo açık ve bir İstanbul radyosu sesleniyor: “İstanbul’u dinliyorum gözlerim kapalı” diyor sunucu sırf şiir tadından birşeyler söylemek için. Ben gözlerimi kapatıp dinliyorum: korku, dehşet, çığlık, kavga, açlık ve her yerde bir mutsuzluk…Hemen geri açıyorum gözlerimi insanın duyularını köreltmesi lazım bu şehirde yaşaması için. Şimdi bir parça çalıyor, Sezen Aksu “Ahh İstanbul İstanbul” diyor. Benim aklıma Ankara geliyor: “Ahh Ankara Ankaram, bozkırım benim!”
Eski şairlerin yazdığı İstanbul, bu İstabul’mudur acaba.? O zamanlar metrekareye düşen Diyarbakır’lı sayısı kaç taneydi? Toprağını bırakıp taşı toprağı altın olan bu şehre gelenler var mıydı? Tanrının yağmurla yıkadığı şehirde sele kapılıp ölen çocuklar var mıydı? Ya da insanlar güzelim topraklarını bırakıp koşarak çile çekmeye gelecek kadar akıllı mıydı!? Neyse memleketi ve İstanbul’u bu hale getirenler utansın diyip ince konuları teğet geçerek hiç girmiyorum.
Yiğidi öldürdük… hakkını yeme’me zamanı şimdi. 🙂
“İstanbul’un kızları bir başkadır”.
“Ankara’dan kız mı alınır?”
Bir tek İstabul’da sıradan şekillerde tanışıp sıradan sohbetler ettiğim arkadaşlarımı severim. ,
Sanki yıllar önce, bugün bu yazının sonunda İstanbul’un gönlünü almak için Ankara için şunları yazmıştım: 🙂
“Ankara’da bir sabah” yaşıyorum,
uykulu gözlerim güneşe karşı,
aklımda binbir sevda düşleri,
ışığa vuran ilk damla gibi,
Başkent’in soğuk sabahında sensiz….
Sensiz gölgeleri arkama alıp,
dolaştığım kirli caddeleri,
sensiz arşınlıyorum bu sabah,
söyleyecek çok şey var aslında,
ama bu kent yutuyor nefesimi….
Bu gündoğumu tarihe geçmeyecek,
yaşanmamışların kentinde
yaşadığım yasak sevgilerden
gün bir daha doğmayacak bana,
sıradan alışkanlıkların içerisinde,
bu kent seni de, beni de yutacak!
Batur Orkun
Yazınızı çok beğendim ellerinize sağlık…ancak korkutuğunuz İstanbul sahnesini silmek ve birebir denize itilmek suretiyle denizi hissetmeniz için sizi İstanbul’a bekliyorum…bir de Türk kahvesi tuzlu deniz kokusuyla birlikte…Annem anlatır Ankara’ya gidilirken İstanbul’dan adetmiş balık götürmek, hem de hemen pişirip yemek o balığı taze taze… o zaman bir de balık sözüm oldu… =)